Ana içeriğe atla

KADER HAKKINDA MÜLAHAZALARIM

 

Allah-ü Teala Kamer Suresi 49. Ayetinde şöyle buyuruyor: “Şüphesiz ki Biz, herşeyi (Levh-i Mahfuz’da yazılmış) bir kadere göre yarattık.” Bu ayete “Şüphesiz ki Biz herşeyi bir ölçü ile yarattık.” olarak da mana verilebilir. Kader vardır, inkar edilemez! Çünki hakkında ayet var! Ancak kaderi iyi anlamak lazım. Kader konusu dinin en zor anlaşılan kısımlarındandır. Çeşitli görüşler çeşitli itikadi mezhepleri doğurmuştur. Biz bu yazıda kaderin doğru anlaşılmasına çalışacağız. Rabbim isabet ettirsin!

                    Kader, takdir, miktar aynı kökenden türemiş kelimelerdir. Sözlükte kararlaştırmak, gücü yetmek, ölçmek, tanzim etmek, takdir etmek anlamlarına gelir. Istılahta ise herşeyin tüm safahatının ezelde Allah tarafından bilinmesi ve Levh-i Mahfuz’da kayıt altına alınmasıdır.

                    Kader Allah’ın ilim sıfatına racidir. Olmuş olacak her şeyi Allah bilir. Allah’ın bilmesi bir şeyin yaratılmasını gerektirmez. Örnek: Damda bir bebek çelene doğru emekliyor. Sen de biliyorsun ki, çocuk az sonra düşecek. Kalemi çıkarıp defterine yazdın: “Falanca damdaki falanca bebek, şu günün, şu saatinin şu dakikasında damdan düşecek!” yazdığın gibi bebek o dakikada damdan düştü. Şimdi sen yazdığın için mi bebek o damdan düştü, yoksa bebeğin düşeceğini bildiğin için mi yazdın? Doğru cevap, ‘bebeğin düşeceğini bildiğin için yazdın!’dır. İşte Allah’ın her şeyin tüm safahatını bilip yazması da bunun gibidir. Yani olanlar Allah yazdığı için olmamış, belki olacağını bildiği için Allah yazmış. Oluşlar, yaratılışlar  Allah’ın irade ve kudret sıfatına racidir ve buna Kaza denir. Kaza ile kader çelişmez. Çünki Allah neleri yaratacak, neleri yapacak hepsini biliyor, bildiği şekilde yazıyor ve vakti geldiğinde yazdığı şekilde yaratıyor.

                    Çok önemli bir husus: Allah zamandan münezzeh olduğu için Allahın geçmişi geleceği olmaz. Tüm zamanlar O’nun için aynı andır. Yani yarattığı bir şeyin yaratılış anı ile ölüm anı aynı andır. İlk insan ile son insanın yaratıldıkları an Allah açısından aynı andır. Bir insanın doğum, ölüm ve ikisi arasında tüm yaptıkları Allah için aynı andır. Bizim açımızdan olacaklar Allah için olmuştur.

                    Kader niçin vardır? İnsan birşeyler yapar. Bunu kendine mal etmek ister. “Ben yarattım, ben yaptım” diyerek firavunlaşır. Kader burada devreye girerek der: “Hayır! kendine mal edemezsin! Bu ‘yarattım, yaptım’ dediğin şeyler, Levh-i Mahfuz’da yazılıydı ve sen bunları ancak Allah’ın izni ve yaratmasıyla yaptın!” Kaderi inkar edenler, insana yaratma gücü verdiklerinden şirke girmişlerdir. Mutezile mezhebi bu cümleden olarak fırak-ı dalle bir mezheptir.

                    İnsan niçin sorumludur? Yaratma işi tamamen Allah’a ait olduğundan insanın “ne yapsam değişmeyecek çünki kaderde var olan başa gelir!” diyememesi için Allah insana bir cüz’i irade vermiştir. Allah, insanın sorumlu olacağı her eylemi ile arasına bu cüz’i iradeyi koymuştur. İnsan cüz’i iradesi ile ister, Allah da -isterse- insanın o isteğini yaratır. İsteyen insan olduğu için de sorumlu olan insandır. Çünki -hayır ya da şer- bir şeyin yaratılmasını isteyen insandır. Şerri yaratmak şer değil, şerri istemek şerdir. Cüz’i iradeyi reddetmek tüm sorumluluğu Allah’a verdiğinden Allah’ı adaletsizlikle, hatta zalimlikle itham etmek olur. Cebriye adlı mezhep bu türdendir ve fırak-ı dalle bir mezheptir.

                    Doğru olan mezhep hangisidir? Sorumlu olacağı işlerinde “insan ister, Allah da yaratır” diyen mezhep doğru olan mezheptir. Ehl-i Sünnet mezhebi böyle bir mezheptir.

                    DEPREM HADİSESİNİ BU BİLGİLER DAHİLİNDE İNCELEYELİM

                    Allah’ın evren çapında koyduğu kanunlar vardır. Bu kanunlara biz “Sünnetullah” diyoruz. Gökyüzündeki tüm yıldızlar, güneşler kendileri için takdir edilen kanunlar muvacehesinde hayatlarını sürdürürler. Bu kanunları da Allah’dan başka kimse değiştiremez. Allah’ın her zaman cari umumi kanunları yanında hususi kanunları da vardır. Allah bazen umumi kanunlarına bu hususi kanunlarıyla müdahale eder. Bu müdahale bazen devamlı, bazen de geçici olur. Mesela bir madde katılaştıkça küçülür, daralır ve ağırlaşır, bu umumi kanundur. Su için bu umumi kanununa hususi kanuniyle müdahale etmiş, tam aksine su, katılaştıkça genişlemiş ve hafiflemiştir. Yeryüzünün karnında biriktirdiği enerjiyi dışarı çıkarması umumi bir kanunudur. Bu enerjinin hangi şiddette dışarı çıkaracağı hususi kanunudur. Merhametli Rabbimiz her gün bu enerjiyi bizlere zarar vermeyecek şekilde binlerce defa çıkarmaktadır. Bazen Allah bize tekvini (doğa) dili ile mesaj verir. Bu dil sel olur, kasırga olur, yangın olur, yağmursuzluk olur, depremler olur. Şûra Suresi 30. Ayette der ki: “Hem size isabet eden herhangi bir musibet, işte kendi ellerinizin işlediği (o günahlar) yüzündendir; bununla beraber (Allah) birçoğunu affeder.” Doğa hadiselerinin hiçbiri başıboş değildir.Tümü insanlıkla alakadardır. İnsanlar yeryüzünde iyilikler içinde olurlarsa, yeryüzü şefkat ve merhamet ile dolarsa Allah da nimetlerini bol bol gönderir, afatlardan muhafaza eder. İnsanlar yeryüzünde fesatlık yaparsa, zulüm çoğalırsa, fuhşiyat ve haksız yere insan ve canlı katliamları yapılırsa Allah da azap eder. İbrahim Suresi 7. Ayet buna delildir: “Bir vakit de Rabbiniz: ‘Celalim hakkı için, eğer şükrederseniz, muhakkak size (nimetimi) arttırırım ve eğer nankörlük ederseniz, şüphesiz ki azabım pek şiddetlidir!’ diye bildirmişti.” Dünyanın her yerinde ve ülkemizde afatlar çoğaldı. Ama bu afatların zulüm ve kötülüklerin çok olduğu yerlerde daha çok olması da tesadüf değildir. Bir yerde insanlar iyi olurlarsa orada çeşitli afadın olmayacağı söylenemez. Ancak az ve uzun zaman aralığında olduğu söylenebilir. Çünki insanlar bu dünyada imtihan olmaktadır. Eğer iyilerin ülkesinde afat olmasaydı, afatlar hep kötülerin ülkesinde olsaydı imtihan olmazdı, sırrı teklif bozulurdu. O sebepten az da olsa sırrı teklifin bozulmayacağı kadar iyilerin ülkelerinde de afatlar olur, olması lazım! Afatlara bir de şu açıdan bakıyorum: Eğer Allah’ın umumi kanunlarının yanında müdahale edici hususi kanunları olmasaydı Allah hatırlanmaz, her şey sebeplere havale edilirdi. Mesela güneş doğar batar. Allah bu umumi kanununa şimdilik müdahale etmiyor. Etse kıyamet kopar! Vakti gelince dürecek, bükecek ve kıyamet kopacak. Diğer şeyler de böyle olsa güneşte olduğu gibi her şeyde bir ünsiyet hasıl olurdu da insanlık bütün bütün her şeyi sebeplere verirdi, Allah’ı tanımaz olurdu. Teknoloji ne kadar gelişirse gelişsin Allah verdiği bir musibetle insanların acizliğini hatırlatır. Mesela aylarca süren bir yağmursuzluk insanları kara kara düşündürür ve Rab olarak Allah’ı hatırlatır.

                    BÜTÜN BUNLAR KADER MİDİR?

                    Evet kaderdir, çünki Allah’ın bilgisi, izni ve takdiri dışında ağacın yaprağı bile yere düşmez! Ancak insan kendi cüz’i iradesi ile yerine getirmediği kusurlarını kadere havale edip sıyrılamaz! Umumi kanun kimseyi, peygamber bile olsa dinlemez! Umumi kanun olan ateş yakar, soğuk dondurur, deprem şiddetle sarsar. İnsana düşen tedbir almaktır. Ateşe, soğuğa tedbir aldığı gibi depremlere karşı da tedbir alacak. Evini barkını depremde yıkılmayacak şekilde inşa edecek. Allah’ın takdiri kulun tedbiri üzerine bina edilir. Kulun imanı ve dini üzerine değil! Allah kulunu imtihan eder, kul Allah’ı imtihan edemez! Son depremlerde çürük yapılar yıkıldı. Ölen insanların sorumluları, o çürük yapıları yapanlardır. Kader diye sorumluluktan kurtulamazlar!

     Allah her şeye bir fıtrat koymuştur. Bu da kaderdir. Demirin sertliği, pamuğun yumuşaklığı onların fıtratları ve kaderleridir. İnsanlardaki mizaçlar da böyledir. Şuursuz varlıkların fıtratlarının gereğini yapmaları onlar için fıtri bir ibadettir. Ancak insan gibi şuurlu varlıkların fıtratlarına konan mizaçlarını iyilik istikametinde kullanmaları ibadet, kötülük istikametinde kullanmaları isyan olur.

                    Depremlerde vefat edenler manevi şehittirler. Telef olan malları da sadaka hükmündedir. Afatlar geldiğinde imtihan sırrından dolayı mücrimleri ayıklamaz! Herkese dokunur. Bununla beraber Allah dilediğini ekstradan bir şekilde korur, bu da O’nun o talihli kuluna hususi bir lütfudur. Enfal Suresi 25. Ayet der: “Hem öyle bir fitneden (musibetten) sakının ki (geldiği zaman) içinizden sadece zulmedenlere dokunmaz (umumi olur)!”

                    Deprem ve benzeri afatlar sulh içinde yaşayan insanlar arasında da olur. Bakara Suresi 155. Ayet der: “Sizi mutlaka biraz korku ve açlık, biraz da mallardan, canlardan ve mahsullerden bir noksanlık ile imtihan edeceğiz. (Ey Resulüm!) O halde sabredenleri (cennetle) müjdele!” Eğer iyi insanlar arasında olmazsa yukarıda değindiğim gibi imtihan sırrı bozulur. Ancak umumi ve kıyamet gibi bir azapla imtihan başka, ferden ferda küçük küçük noksanlaştırma ile imtihan başka! İmtihanın en hafifi de maldan noksanlaştırmaktır. Bizlere “Ya Rabbi! ağır imtihanlarla bizi imtihan etme!” demek düşer. Yoksa imtihansız bir dünya yoktur!

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

NUH TUFANI TÜM DÜNYAYI KAPSADI MI?

              Hûd Sûresi’nin 25. Ayetinden 48. Ayetine kadar Hz. Nûh’dan, gemisinden ve tufandan bahsedilir. Başka sûrelerdeki ayetlerle beraber bu sûredeki ayetlere toplu bakınca Nûh Tufanı’nın tüm dünyada olduğunu anlarız. Şöyle ki:             -Nûh as kavmi içinde 950 sene kalıyor. Hûd-40. Ayette belirtildiği üzerine Hz. Nûh’a pek az kişi iman etmişti. Bir oğlu ile diğer zevcesi bile iman etmemişti. Kavminin arasında bu kadar uzun yıllar kalmasına rağmen Hz. Nûh’a Hz. İbrahim ve Hz. Lût gibi başka insanların bulunduğu beldelere hicret etmesi emredilmemişti. Buradan anlaşılıyor ki insanlık henüz çoğalıp yayılmamıştı. Binaenaleyh Nûh Tufanı’nın başka masum insanların korunması amacıyla yerel olmasını mucip bir sebep gözükmüyor.             -İsrâ Sûresi’nin 3. Ayet meali: “(Ey) Nûh ile beraber (gemide) taşıdığımız kimselerin nesli (olan insanlar)! Şüphesiz ki O(Nûh), çok şükreden bir kul idi.”             -Yâ Sîn Sûresi’nin 41.ayetinin meali: “Yine onlar için (kudretimize) bir de

ADEM’E SECDE ETME MESELESİ

                    Kur’an-ı   Kerim’de Hz. Adem’in yaratılmasından, meleklerin ve İblis’in (cinlerden olan şeytanın) Adem’e secde etmesinden çok surelerde bahsedilir.                 Secde nedir? Öncelikle bunu anlamaya çalışalım. Secde muhatap karşısında benliği, sıfırlama eylemidir. Muhatabı tazim etme ameliyesidir. Bu manada secde sadece Allah’a yapılır. Çünki insan eşrefi mahlukat olarak yaratıldığından ancak kendinden daha şerefli olana tazimde bulunur ki, O da Allah’dır. Tazim dışında saygı, selam manasında da secde vardır. Ümmeti Muhammed’e izin verilmese de eski ümmetlere izin verilmiş. Hz. Yusuf’un kardeşleri, anne ve babası Mısır’a geldiklerinde saygı ve selam anlamında secde etmişlerdi. Japonlar ve Koreliler, sevdiklerine saygı ve selam manasında rüku’ eder gibi eğilirler. Muhtemelen eski dinlerin bir kalıntısı olarak adetlerinden olmuş.                 Secde muhatabın üstünlüğünü kabul etme manasını da taşır. Malum secde, yere kapanarak yapılan bir ameliyedir. Allah’

KADIN DÖVMEK VAR MIDIR İSLAM DİNİNDE?

                                                 KADIN DÖVMEK VAR MIDIR İSLAM DİNİNDE?                 İslam düşmanları güzel dinimize çamur atmak için bazı ayetleri dillerine dolayarak guya İslamiyetin kaba ve acımasız ve erkekleri kayırıcı bir din olduğundan bahsederler. Bu ayetlerin sayısı, iki elin parmağını geçmez. Aslında ayetler tabi ki yerli yerinde en doğru ve en isabetli olandır. Fakat kıt akıllarıyla anlayamıyorlar veya anladıkları halde şeytanlıklarından bile bile eleştiriyorlar. Kadınların zaaf damarlarından istifade ile onları kışkırtıyorlar. Bu çamur atma işinde serrişte ettikleri ayetlerden birisi de Nisa Suresi’nin 34. ayetidir. Haksız olduklarını Allah’ın izni ile gayet net anlatacağım inşallah. Önce ayetin mealini yazalım: “Erkekler, kadınlar üzerine hakimdir(onların reisidir)ler. (Bu,) Allah’ın (insanlardan) bazılarını (erkekleri), bazısından (kadınlardan) üstün kılması ve (erkeklerin kendi) mallarından sarf etmeleri sebebiyledir. Saliha kadınlar ise, itaatkar o