Ana içeriğe atla

DEPREMLER HAKKINDA DÜŞÜNCELERİM

            Depremler dünya hayatımızın gerçeklerindendir. Fıtratı gereği dünyamızın karnında biriken ve sıkışan enerjinin çıkması gerekir. Rabbimiz bu enerjiyi her gün dünyanın çeşitli bölgelerinden atmosfere çıkartmaktadır. Merhametiyle 1,2,3 şiddetinde çıkardığından bunları pek hissetmeyiz. Bazen de hikmetine binaen 6,7,8 şiddetinde çıkarır ki bununla da pek çok mesajlar verir.

            Allah-ü Teâla mesajlarını peygamberleriyle, kutsal kitaplarıyla verdiği gibi tekvini lisan dediğimiz yer ve gök hadiseleriyle de verir. Yağmur veya yağmursuzluğun, bolluk veya darlığın herbiri Rabbani bir lisandır. Depremlerin de kendine has lisanı vardır. İnancımıza göre sineğin kanadının kıpırdaması, ağacın yaprağının dökülmesi, toprağın karanlığı içinde habbenin patlayıp ruşeym olarak yeryüzüne çıkması gibi her şey Rabbimizin izni ile olmaktadır. Hiçbir şey O’nun izni haricinde hareket edemez. Deprem gibi insanları yakından ilgilendiren büyük hadiselerin Allah’ın izni ve kontrolü dışında olması düşünülemez. Zaten ilk yaratıldıklarında Allah-ü Teâla yere ve duman halinde bulunan göğe “isteyerek veya istemeyerek gelin!” dedi. Her ikisi de “itaat edenler olarak geldik!” dediler. (Fussılet-11) O nedenledir ki gök ve yer, Allah’dan izinsiz, bağımsız olarak kendi kendilerine herhangi bir harekette bulunamazlar, yani itaata kilitlendiklerinden bulunmazlar. Aksi takdirde bu itaatsizlik olur. Allah’a karşı gelinmez!

            Dünyanın varlığının hikmeti, üzerinde insanların yaşaması ve imtihan edilmesidir. Binaenaleyh dünyada vukua gelen küçük ya da büyük her hadise, insanlığı birebir ilgilendirir. Depremler gibi büyük hadiseler de kendi büyüklükleri ölçüsünde insanlığı ilgilendirir. Tesbit edebildiklerimi arz etmeye çalışacağım.

            Depremlerin Allah’a ve insanlara bakan iki yüzü vardır. Öncelikle Allah’a bakan yüzünü açıklamaya çalışalım:

            Allah-ü Teâla “her insanı kesinkes biraz korku ve açlık, biraz da mallardan, canlardan ve mahsullerden bir noksanlık ile imtihan edeceğiz” buyuruyor (Bakara-155). Deprem dahi maldan, candan bir noksanlaştırmaya neden olduğu için bir imtihan şeklidir. Mal O’nun, can O’nun, tasarruf da O’nun. Dilediğini yapar; bize sabretmek düşer.

            Masum yavrular ve iyi insanların ölmesi, Allah’ın bir telef etmesi değildir. Belki kullarını kümes mesabesinde olan şu dünyadan Ahiretteki Cennet Sarayları’na almasıdır. Çünki depremlerde ölen inançlı insanlar hükmen şehit olduklarından şehitlerle beraberdirler. Allah ise şehitlere cennette büyük mükafatlar vereceğini Kur’an’da pek çok yerde müjdelemiştir.

       --Allah bazen mücrimleri, şımarıkları te’dip etmek için depremleri meydana getirir. Yeryüzünde fesat çoğaldığında, zulümler irtikap edildiğinde, insanlık şirazeden çıktığında Allah-ü Teâla gazaba gelerek bir sille-i Rabbani olarak o müfsitleri tokatlar, zecreder ta akıllarını başlarına alsınlar! Nitekim Rum Suresi’nin 41. Ayetinde Yüce Allah şöyle buyuruyor: “İnsanların ellerinin kazandığı (günahlar) yüzünden, karada ve denizde fesat çıktı ki (Allah), yaptıklarının bir kısmını(n cezasını), kendilerine (dünyada) taddırsın; ta ki (kötülüklerden) dönsünler.” Bu depremlerin önemli bir sebebi de insanların yeryüzünde çıkardıkları fesatlıklardır. Ama insan çok cahil ve çok zalim olduğu için gelen İlahî sillelerden pek de ibret almıyor.

Ayet var: “Hem öyle bir fitneden (musibetten) sakının ki, (geldiği zaman) içinizden sâdece zulmedenlere dokunmaz (umumi olur)!” (Enfal-25) Zulmedenler, mazlumlardan ayıklansaydı imtihan sırrı bozulurdu.

       --Deprem bir yönüyle inançsız insan için bile şefkattir,rahmettir denebilir. Çünki inançsız her  insanın herbir günü, cürmünün arttığı, azabına medar olacak isyanının biriktiği gün demektir. Depremle ölmesi kendisini daha şiddetli azaplara dûçar olmaktan korur. Hatta şunu da düşünüyorum: Depremde ölmek mü’mine şehitlik mertebesi kazandırırken, inançsıza da azabının hafifletilmesini getirebilir.

       --Allah-ü Teâla ülfet ile gaflete dalmışları ikaz için deprem lisanı ile der ki: “Güç ve kudret sahibi Benim! İstersem sizi yerin dibine batırırım. Görüldüğü gibi hiç hesabınızda yokken dünya hayatınız sonlanabilir. O bakımdan dünya-Ahiret dengeli yaşayın! Ne dünyanız için Ahireti, ne de Ahiretiniz için dünyanızı ihmal edin!”

       Depremin insanlara bakan yönü itibariyle iki yüzü var: a) Zahirî yüzü, b) Batınî yüzü.

       Zahiri yüzü itibariyle deprem bir felakettir, bir acıdır, bir hicrandır, bir iflastır, bir ayrılıktır, sabırla bir imtihandır, dünya ölçeğinde tarifi imkansız bir mahvoluştur. Genelde depremlere bu yönüyle bakarız hep. Bakmakta haklıyız, çünki daha çok yaşamak istiyoruz, daha çok ilim sahibi olmak istiyoruz, daha çok Rabbi tanımak, O’na ibadet etmek istiyoruz. Zaten kısa devre şehitlik kazanmak veya günahlardan kurtulmak maksatlı musibet istenmez, bu yol kapalı! Çünki böyle bir istek Rabbe karşı bir su-i edeptir. Bu istekle bir musibete dûçar olsa, o kısa devre ile kazanmak istediği mertebeden de mahrum olur. Dünyasını da Ahiretini de harab eder.

       Batınî yüzü itibariyle depremin yüzü gayet parlaktır. Çünki:

       --İnançlı biri ise isteği dışında bir musibetle ölmesi, günahlarına keffaret olur. Kul hakları hariç masum çocuklar gibi günahsız Ahirete gider ve kendisini cehenneme götürecek günahlardan kurtarmış olur. Kul hakkı hakkında umulur ki Allah, alacaklıya ekstra atası ile muamele eder de o alacaklı memnuniyetle alacağından vazgeçer.

       --Mü’min ise, dünya meşakkatlerinden kurtulmuş olur. Şehitlik mertebesine erişmekle kırk yıl çalışarak kazanabileceği sevapları bir çırpıda elde etmiş olur.

       --İnançlı kişinin deprem sebebiyle telef olan malları sadaka hükmünü alır. Ahirette kaybettikleri fani mallarını baki olarak elinde kalacak bir surette eksiksiz alır.

       --Depremden sağ kurtulanlar için bir şükrü daimi olur. Sair insanlar için de bir ibret olur.

       --Depreme yakalanmayan diğer mü’minler için depremzedelere muavenet kapılarının açılması ile pek büyük sevaplara erme imkanı doğar.

       --Deprem ve benzeri afetler, insanların acizliklerini ortaya koyar. Bu durum da kişilerin Allah’a iltica etmesine ve hidayet bulmasına yol açar!

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

NUH TUFANI TÜM DÜNYAYI KAPSADI MI?

              Hûd Sûresi’nin 25. Ayetinden 48. Ayetine kadar Hz. Nûh’dan, gemisinden ve tufandan bahsedilir. Başka sûrelerdeki ayetlerle beraber bu sûredeki ayetlere toplu bakınca Nûh Tufanı’nın tüm dünyada olduğunu anlarız. Şöyle ki:             -Nûh as kavmi içinde 950 sene kalıyor. Hûd-40. Ayette belirtildiği üzerine Hz. Nûh’a pek az kişi iman etmişti. Bir oğlu ile diğer zevcesi bile iman etmemişti. Kavminin arasında bu kadar uzun yıllar kalmasına rağmen Hz. Nûh’a Hz. İbrahim ve Hz. Lût gibi başka insanların bulunduğu beldelere hicret etmesi emredilmemişti. Buradan anlaşılıyor ki insanlık henüz çoğalıp yayılmamıştı. Binaenaleyh Nûh Tufanı’nın başka masum insanların korunması amacıyla yerel olmasını mucip bir sebep gözükmüyor.             -İsrâ Sûresi’nin 3. Ayet meali: “(Ey) Nûh ile beraber (gemide) taşıdığımız kimselerin nesli (olan insanlar)! Şüphesiz ki O(Nûh), çok şükreden bir kul idi.”             -Yâ Sîn Sûresi’nin 41.ayetinin meali: “Yine onlar için (kudretimize) bir de

ADEM’E SECDE ETME MESELESİ

                    Kur’an-ı   Kerim’de Hz. Adem’in yaratılmasından, meleklerin ve İblis’in (cinlerden olan şeytanın) Adem’e secde etmesinden çok surelerde bahsedilir.                 Secde nedir? Öncelikle bunu anlamaya çalışalım. Secde muhatap karşısında benliği, sıfırlama eylemidir. Muhatabı tazim etme ameliyesidir. Bu manada secde sadece Allah’a yapılır. Çünki insan eşrefi mahlukat olarak yaratıldığından ancak kendinden daha şerefli olana tazimde bulunur ki, O da Allah’dır. Tazim dışında saygı, selam manasında da secde vardır. Ümmeti Muhammed’e izin verilmese de eski ümmetlere izin verilmiş. Hz. Yusuf’un kardeşleri, anne ve babası Mısır’a geldiklerinde saygı ve selam anlamında secde etmişlerdi. Japonlar ve Koreliler, sevdiklerine saygı ve selam manasında rüku’ eder gibi eğilirler. Muhtemelen eski dinlerin bir kalıntısı olarak adetlerinden olmuş.                 Secde muhatabın üstünlüğünü kabul etme manasını da taşır. Malum secde, yere kapanarak yapılan bir ameliyedir. Allah’

KADIN DÖVMEK VAR MIDIR İSLAM DİNİNDE?

                                                 KADIN DÖVMEK VAR MIDIR İSLAM DİNİNDE?                 İslam düşmanları güzel dinimize çamur atmak için bazı ayetleri dillerine dolayarak guya İslamiyetin kaba ve acımasız ve erkekleri kayırıcı bir din olduğundan bahsederler. Bu ayetlerin sayısı, iki elin parmağını geçmez. Aslında ayetler tabi ki yerli yerinde en doğru ve en isabetli olandır. Fakat kıt akıllarıyla anlayamıyorlar veya anladıkları halde şeytanlıklarından bile bile eleştiriyorlar. Kadınların zaaf damarlarından istifade ile onları kışkırtıyorlar. Bu çamur atma işinde serrişte ettikleri ayetlerden birisi de Nisa Suresi’nin 34. ayetidir. Haksız olduklarını Allah’ın izni ile gayet net anlatacağım inşallah. Önce ayetin mealini yazalım: “Erkekler, kadınlar üzerine hakimdir(onların reisidir)ler. (Bu,) Allah’ın (insanlardan) bazılarını (erkekleri), bazısından (kadınlardan) üstün kılması ve (erkeklerin kendi) mallarından sarf etmeleri sebebiyledir. Saliha kadınlar ise, itaatkar o